Bir sezon daha hayal kırıklığıyla sonlanırken,
elde kalan “Liverpool intikamı” nın bile dindirmeye yetemeyeceği acılarla dolu yüreklerimiz...
Takım çok iyi giderken, “Bilic’e rağmen
şampiyon olacağız galiba “ derken, üst üste gelen puan kayıpları; gençliğin bayramını içermesine rağmen Mayıs
ayını zehir etti bjk li gençlere ve tüm bjk li kalplere. Nasıl oldu veya neden
oldu kısmını Ali, Metin, Feyyaz, Feli İbo, Oktay, Nouma, Ali Cansun, Ahmet
Dursun, Ali Eren, Baki gibi kalbini ve beynini takım için hala yormakta olan
işin uzmanlarına bırakırken, işin takıma ve hocaya küfüre dönüşmesi kısmını biz
taraftarların daha iyi anlatabileceğini düşünüyorum.
Durum çok net ve kısa anlatılabilecek bir
halde aslında. Biz taraftarız. Beşiktaş taraftarı. Ortamlarda kupalarıyla,
galibiyetleriyle değil; adamlığıyla, duruşuyla fark yaratan, rakip UEFA
kupasını almışken bile karizması daha fazla olan taraftarlarız. Yani bizim
derdimiz başarı veya başarısızlık değil. Bizim derdimiz ruh! Tek derdim var
benim; gönlümü verdiğim takımın formasını giyen adamların sahada ruhlarıyla var
olması. Profesyonel sporcu olmanın getirdiği sorumluluğu taşıyarak kendine iyi
bakması, dikkatli olması, mücadele etmesi…
Daha uzun bir anlatımla;
Soğuktan donmanın mümkün olduğu Brugge maçına
iki buçuk saat önce stada girip, ayaklarımı 1 gün boyunca hissetmemek değil
beni düzen. Beni üzen; Tolganın çıkıp o topu alamıyor olması, Gökhan’ın pas
verip gol olmasını sağlamak yerine, gol atıp kahraman olmaya çalışması, Necip’in
saçma sapan top kaybedip mağlubiyete tuz biber ekmesi, Olcay’ın rakibi takip
edememesi, gerektiğinde faulü yapıp durduramaması. Bütün bir takımın 70 bin
kişilik baskıya rağmen sıradan bir takıma karşı pozisyon yaratamıyor olması.
Tamam bazı isimleri oldukları halleriyle kabul ediyorum. Ama ; Münch gibi
soldan asist yapamıyorsa da, Baki gibi defansta geçilmez olmasını; İlhan, Ahmet,
Pascal gibi geleni çerçeveye sokamıyorsa da, Metin, Ali, Feyyaz gibi futbolu
şiire dönüştüremiyorsa da; Fazlı gibi formanın yere düşmesine engel olmasını
bekliyorduk sadece. Çocuklarıma 3-0 lık Barça galibiyeti kadar, vücudunun altı ve
üstü ayrı oynayan Mills’e atılan tokatı da anlatmayı planlayan benim için;
içinde ruh ve mücadele olan birkaç basit hareketti bütün beklediğim.
Rakip saha içinde kaosa girmiş, futbolcular
dağılmışken, Emre kırmızı karta doğru giderken onu tutup oradan uzaklaştırarak
insanlık ödülüne aday olması değil , “fuck you” nun Türkiye’de başına neler
açabileceğini biliyor olması ve bu lafı rastgele herkese savurmamasıydı Gökhan
Töre’den beklediğim.
Hazır rakip dağılmışken daha baskılı oyun
planlarını gözden geçirmek yerine, rakip oyuncularla ve kulübeyle gereksiz
dalaşan ve kendi takımını da frenleyen Biliç, Brugge maçından sonra Tolga’ya
sahip çıkarak değil, zar zor bulunan golün ardından Atiba!yı oyuna sokup,
rakibi orta sahada durdurmayı düşünerek göstermeliydi iyi bir hoca olduğunu.
Yoksa Tolga’nın hala neden doğru yere aut atışını vuramıyor olması, kalesini
terk etmiyor oluşu falan Biliç’le alakalı değil ve bu saatten sonrada
değiştirilemez biliyoruz zaten. Ama o dönen topu kesebilecek adamların sahada
değil kulübede olması Biliç’in cevaplaması gereken bir soru. Kerim, Oğuzhan,
Atınç, Cenk Tosun gibi bir çok ismin durumu, sorulabilecekler isimli başlıkta
ayrıca incelenmesi gerekenlerden.
Hiçbir derbiyi kazanamamak değil problem.
Problem, o derbilerde takımdan beklenen direnç ve mücadelenin olmaması. Galatarasay
ilk defa yenmedi bizi sonda olmayacak, derbinin keyfide sonucunun hiçbir
şekilde sürpriz olmayışıdır, bunu da biliyoruz. Ama İsmail’in oyuna sonradana
girip Burak Yılmaz’ı pozisyon sonuna kadar kovalamıyor oluşu açıklanamaz bir
durumdur. Ve yediğimizden golden çok, gözlerimizin şahit olduğu o görüntünün
hayal kırıklığı kalmıştır aklımızda ve yüreğimizde.
Olcay’ın müthiş bir sol veya sağ ayağı
olmadığını biz de biliyoruz. Ama tek sorunu bitiriciliği ve iki mücadelelerde
güçsüz oluşu olan bu adamın bunu hala geliştiremiyor oluşunu kabul edemiyoruz.
Motta’dan Caner Erkin performansı beklemiyoruz
zaten, ama yine de insan sol bekinden sezonda 3-4 asist istemek zorunda kalıyor
günümüz futbolunda.
Sabri’nin bile gol attığı bu ligde Serdar’ın da
bir iki gol atıp katkı yapmasını beklemiyor değil insan.
Rakip stoperler maç kurtarıyor, Ersan duran
topta ofsayta düşüyor diye hiç isyan etmedik koca sezon…
Bütün rakipler çözmüş; iki önlibero , Sosa,
sağ stoper, Motta ve Demba Ba adam markajına alındığı zaman oyun kurma işi Ersan’ın
ayağına kalıyor. Ersan’da topu orta çizgiye kadar sürüp Olcay ve Demba Ba’nın
arasına yüksek top atıp rakibe veriyor topu. Topun Ersan’da kalması sorun değil
de Ersan’ın topu hala doğru yere atamıyor oluşu kapleri kırıyor biraz…
Mustafa Pektemek gol demek değil eyvallah
Güntekin Onay’ında onay verdiği bir durum bu. Ama Mustafa Pektemek demek ikili
mücadelelerin hepsinde yerde kalıyor demek de olmamalı…
Toparlamak gerekirse, aslında sizden
istediğimiz puan ve gol rekoruyla şampiyon olmanız değil. Bu hakemlerle bunun
mümkün olmadığını biliyoruz zaten. Ama arkadaşlar biraz daha dikkatli ve
mücadeleci ruh bu gönüllerin görmek istediği görüntüdür. Ve bu taraftarın
sonuna kadar hak ettiği bir durumdur.
Size edilen küfürlerin fiillerinin,
öznelerinin ve sıfatlarının size hissedilen duygularla hiçbir alakası
olmadığını bilmeniz gerekir. Ama bu cümleler dışında isyanımızı kısa ve net
biçimde dışa vurmasının bu kadar hayal kırıklığını yaşamış bu insanlar için
başka bir yolu da yoktur... Yapılan hareketler ve söylenen sözler sonuna kadar
yanlıştır, ama bunca hayal kırıklığı içerisnde başka bir yolu da bulunamamaktadır
içimizdeki isyanı dışa vurmanın …
Ne zaman şampiyonluk diye bağırsak/
Kursağımızda kalıyor/ Söylesene bize hoca / Takım niye oynamıyor…
Müthiş bir isyandır bu beste ama işe
yaramamaktadır.
Çoğunuzun farkında olmadığı besteleri
dinlerken gözleri dolan insanlardan bahsediyorum. Kulaklıkla sahaya çıkıp
enteresan şarkılarla motive olan adamların Beşiktaş’ta başarılı olmasının imkânı
yoktur. Taraftar; Skor ne olursa olsun,
maç sonunda yumruklar havada “Gün doğdu...” diye başladığında tribünler o yumruğun
sahada rakibe inen bir atağa dönüşmesini bekler… “Haydi kalk ayağa yürü güneşe”
diye ısınmaya başlatılır takımı, “sen benim her gece efkarım” diye karşılanır,
üçlüyle maçın başlama düdüğünü geçilir. Gerek yoktur senin kulaklığındaki
değişik şarkılara. Sen kendini tribüne bıraktığın an tribün seni
yönlendirecektir zaten. O zaman “YENİLSEN DE YENSEN DE TARAFTARIN SENİNLE!”
diye inleyecektir bütün stat…
Yani futbolcu dostum; yeteneğinin ve gücünün
bittiği yerde aklını ve kalbini kullanmanı bekliyoruz senden. Söylesene çok şey
mi istiyoruz…
20.05.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder